içinde ,

Sefaradlar Kimdir?

Sefarad ifadesi Nedir? Sefaradlar Kimdir?

Günümüz Yahudi Dünyası’nda Aşkenaz kökeninin dışında kalan tüm Yahudileri tanımlamak için Sefarad ifadesi kullanılmaktadır.

Yahudilerin İberik yarımadasında ilk kez varlık göstermeleri kimi uzmanlar tarafından İÖ 6. yy’a tarihlenmektedir. Yeruşalayim’deki Süleyman   Mabedinin   yıkılışını izleyen yılları başlangıç alan bu “Yahudilerin büyük denizin güneşin battığı tarafındaki topraklarına göçü”; yaklaşık yedi asırdan beri göksel tek tanrılı inanç sistemine sahip bulunan Semitik kültürlü bu halkın vardıkları yerde batı paganizminin temsilcileri durumundaki Vizigotlar ve Vandallarla ilk kez karşılaşmasıdır.

Yahudilerin İberik yarımadasına kitlesel göçü ise II. Mabedin yıkılmasıyla hız kazanan ve Bar Kohba isyanı ertesinde doruğa ulaşan, yani I. yy.’ın ikinci yarısıyla II.yy.’ın ilk yarısı arasında gerçekleşen bir olgudur. Ama nedir ki, bu kez Yahudiler kendi ülkelerinde çoktan Greko-Romen kültürle karşılaşmış, Latin ve Yunan istilacılarıyla son birkaç asırdır birlikte yaşamış, hatta aralarında bu kültürün kimi öğelerini kısmen veya tamamen benimseyenleri bile olmuştur.

Roma egemenliğindeki İberya halkının Hıristiyan kültürünü benimsemeye başlaması yaklaşık aynı dönemlere rastlayan bir gelişme olup, son dönem Yahudi göçüyle birlikte buraya ulaşan Mesihi/Nasrani inançlı Yahudilerin de bu gelişmede önemli bir payının bulunduğu kuşkusuzdur.

II.yy’ın ortalarından itibaren keskinleşen ve sonraları Hıristiyanlık adını alacak olan Mesihilik-Nasranilik’in Yahudilikten ayrışma çabaları sonucunda oluşan husumet akımları buradaki Yahudilerin rahatını kaçıracaktır ama, terk ettikleri vatanlarının göreceli de olsa daha güvenli olmadığını gören Yahudilerin bu topraklarda tutunmaya çalışmalarından başka çıkar yoları yoktur.

İberik yarımadasına yerleşen Yahudilerin İslam kültürüyle karşılaşması ise VIII. yy.’ın hemen başlarında Tarık Bin Ziyad komutasındaki Emevi ordularının yarımadayı fethi ve güney coğrafyasından başlayarak neredeyse tamamına yakınını işgali sayesinde mümkün olabilmiştir.

Söz konusu fetihten hemen iki yıl sonra İberik yarımadasının kuzeybatısındaki Asturias bölgesinde baş gösterip giderek yoğunluk ve yaygınlık kazanan “Rekonquista” hareketiyle ada halkının topraklarını Müslümanlardan geri alma savaşımları işgalcileri önemli ölçüde tedirgin ve rahatsız etmişse de, Müslümanlar bu coğrafyada giderek güney bölgelere çekilmek zorunda kalarak da olsa sekiz asra yaklaşan bir süre kalmışlar ve süre içinde Hıristiyan yarımada halkıyla olanın aksine Muvahhitlerin egemen oldukları dönemler hariç tutulursa burada bulunan Yahudilere karşı müsamahalı sayılabilecek tavırlar sürdürmüşlerdir.

Kuşkusuz bu müsamahalı sayılabilecek tutumun temel harcı Hıristiyan yarımada halkının işgalci Müslümanlara karşı da, tanrısal nitelikler atfettikleri Mesihlerini çarmıha gerdiklerini iddia ettikleri Yahudilere karşı da aynı derecede güçlü husumet hisleri besliyor olmaları, buna karşılık bu kara parçasına sonradan gelen bu iki toplumun özellikle de yukarıdaki nedenlerden ötürü bir tür dayanışma içine girme durumunda kalmalarıydı.

Yahudilerin sözü edilen coğrafyada Müslümanların egemenliği altında bulundukları yaklaşık sekiz asrın çok büyük bir bölümünde sosyal ve kültürel bakımdan “Altın Çağ” yaşadıklarına ilişkin pek yaygın iddialar önemli ölçüde gerçeklik payı taşıyorsa da, belli bir göreceliliğe dayandırıldıkları anlaşılan bu iddialarda önemli ölçüde abartı payı bulunduğu da kuşkusuzdur.

İberik yarımadasına Yunanlılar tarafından “Baetica” ve “Hispania” adının verilmiş olduğu, İspanya adının da İbranca’da “Sefarad” sözcüğüyle karşılandığı bilinmektedir. Nedir ki, İberik yarımadasından dünyanın hemen her bölgesine dağılmış bulunan Yahudilere bugün bilinen şekliyle “Sefarad” sanının verilmesi ve onların bu sanla tanımlanmaları bu coğrafyada yaşadıkları dönemlerden ziyade, “Reconquista” sürecinin İspanyollar bakımından tamamlanmış olması nedeniyle bölgeden çıkmaya zorlanıp Avrupa ve Akdeniz havzasının hemen her bölgesine göç ettikleri 1492’den sonra oluşmuş bir durumdur.

1492’de İberik yarımadasını terk etmeye zorlanarak dünyanın hemen her tarafına dağılan “Sefarad”lar nasıl bir toplumdu?

Sefaradlar her şeyden önce Yahudiydi, 28 asra yakın bir süreden beri Musevi din disiplinine bir tür saplantıyla bağlıydı, yaklaşık 14 asır boyunca halkı Hıristiyanlığa giderek artan bir tutkuyla bağlanan İspanya’da Hıristiyanlarla başlangıçlarda iyi ilişkiler içinde de olsa sonralarında yıpratıcı çelişkilerle dolu bir tür bir arada yaşama serüvenini paylaşmışlardı, yine yaklaşık 8 asır boyunca İslamiyet’in batıdaki bayraktarlığı iddiasını taşıyan Emevi, Murabıt ve Muvahhid egemenliği altında Müslümanlarla birlikte yaşamışlardı ve bütün bunlar peş peşe değil iç içe zaman dilimlerinde gerçekleşmişti.

Yahudilerin bir hesaba göre 21, bir başka hesaba göre ise 15 asır yaşadıkları ülkelerini terk etmeye zorlandıklarında beraberlerinde götürebildikleri tek ve en önemli şeyleri “gayri maddi kültürel varlıkları”ydı. Bir başka anlatımla Sefaradlar ülkeleri İspanyayı terke mecbur edildiklerinde bir anlamda “yaşamlarını kurtarmak”la kalmamışlar “yaşanmışlıklarını” da taşımışlardı.

İberik yarımadasındaki Asturias, Kastilya, Leon, Katalunya, Aragon, Sevilya ve Navar gibi az çok sosyokültürel farklılıklar da taşıyan bölgelerden sürgün edilen Yahudiler bu kez kuzey Afrika’nın Mısır, Cezayir, Fas gibi ülkelerine, orta Avrupa’nın hemen her ülkesine, Mora yarımadası ve Ege adalarına, Osmanlı/Türk coğrafyasının egemenliği altındaki Selanik, Balkanlar ve Trakya’ya, Edirne, İstanbul ve Marmara denizini çevreleyen bölgelere, Küçük Asya’nın hemen her yöresine yerleşecekler buralardaki halklarla sosyal ve kültürel etkileşim içine gireceklerdir.

Başkaca zenginleştirici etmenlerin varlığı bir an için göz ardı edilebilse bile, yukarıda kısaca tanımlamaya çalıştığımız yaşanmışlıkların Sefaradlara bahşettiği kültürel zenginliğin boyutlarının hesaplanabilmesi için fazlaca bir maharet sahibi olunmasını gerekli kılmayacağı açıktır.

Bugün Sefaradlardan söz edildiğinde anlaşılması gereken böylesi bir var olma deneyiminin genetik ve kültürel mirasçılarından da söz edilmekte olunduğudur.

Hiç kuşkusuz umulan ve temenni edilen; Günümüz Sefaradlarının da böylesi bir mirasın varisleri olduklarının farkındalığını taşımaları, bu mirasın paha biçilemez değerinin bilincinde olmaları ve bu mirasa sahip çıkma iradesini göstermeleridir.

Ne düşünüyorsun?

Yazar diwun

Maftirim Olgusuna Tarihsel Genel Bakış

Yahudi Mizahı