içinde

Adria “Mu” Olabilir Mi?

Adria “Mu” Olabilir Mi?

Geçtiğimiz haftalarda tüm bilim çevrelerini heyecanlandıran ve hareketlendiren bir gelişme yaşandı. Eylül ayı başlarında yayınlanan bir makalede jeologlar, yaklaşık 140 milyon yıl önce Güney Avrupa’nın altına gömülen Grönland büyüklüğünde bir kara kütlesi olduğunu savundular. “Büyük Adria” adı verilen bu yeni kayıp kıta(!) bilinen her şeyi altüst etti. Peki, bu bulgular, birçok farklı yerde olduğu söylenen “Kayıp Kıta Mu” efsanesini güçlendiriyor mu?

Yaklaşık bin yıldır medeniyeti kökleşmiş iki kıtanın tam ortasında yaşıyoruz. Muhteşem güzelliklere ve köklü bir tarihe sahip ülkemizde yıllarca hiç sıkılmadan dolaşabilir, yeni yerler görebiliriz. Aynı şekilde Avrupa’nın hemen her köşesinde bulunan farklı doğal güzellikleri, tarihten gelen bilgi birikimleriyle mamur hale gelmiş eski şehirleri hayranlıkla gezebiliriz. Bunları sayarken İran’ın kadim tarihini de unutmamak gerek tabii ki. Peki, biri çıkıp dese ki “Burası ne Avrupa’dır ne de Asya” ne düşünürsünüz?

Kıtalar Nasıl Oluştu?

Bu kadar araştırmanın, tartışmanın içine girip, yeni bulgular ortaya koyuyoruz fakat önce kıtalar nasıl oluşmuştur hatırlamakta fayda var.

Dünya; çekirdek (iç çekirdek ve dış çekirdek), manto ve yer kabuğu olmak üzere üç ana katmandan oluşur. Bu oluşum sırasında üzerinde yaşadığımız en dış katman olan yer kabuğu ile orta katman mantonun üst bölümü sert bir tabaka oluşturdu. Oluşan bu sert tabaka zaman içerisinde parçalara ayrılarak kıtaların oluşumunda kilit önem taşıyan tektonik levhaları meydana getirdi. Bu levhalar oluştukları günden sonra çekirdekten gelen ısının da etkisiyle okyanus üzerinde yüzercesine kayarak hareket etmeye başladı. Levhaların bu hareketi esnasında birbirleriyle çarpıştıklarında ağır olan levha batarak diğer levhanın altına giriyordu. İlk oluşum yaklaşık 335 milyon yıl önce başladı ve 175 milyon yıl önce ayrılmaya başlayan Pangea süper kıtasından sonra kıta hareketleri sürekli bir değişim içerisinde devam etti. Pangea, 75 milyon yıl aralığında, dinozor devri olan Mezozoik Çağ’da Laurasia (Kuzey) ve Gondwana (Güney) olarak iki büyük kıtayı oluşturdu. İki ana parçaya ayrılan yerküre yaklaşık 50 milyon yılda kıtalara ayrılarak günümüzdeki halini aldı.

Tektonik levhaların hareketleri hala devam ediyor. Günümüzde de kıtaların hareketleri yılda birkaç santimetre ölçeğinde de olsa devam ediyor. Bu hareketlerin en uç örneği Pasifik levhasında yılda 15 santimetre ile görülmekte. Bu örneği Anadolu levhasından verecek olursak Türkiye’nin her yıl Yunanistan’a 2.5-3 santimetre yaklaştığını söyleyebiliriz.

Büyük Adria (Greater Adria) Nerede?

Kayıp kıta söylemleri filmlere, kitaplara konu olacak kadar insanları meraklandırmıştır. Teknolojinin gelişmesiyle bilimin her alanında açılan yeni pencerelerden biri de bu kayıp kıta efsanelerini güçlendirmiştir.

Uluslararası Gondwana Araştırmaları Derneği Elsevier B.V. dergisinde 3 Eylül tarihinde bir makale yayınladı. “Orogenic architecture of the Mediterranean region and kinematic reconstruction of its tectonic evolution since the Triassic” (Akdeniz bölgesinin orojenik mimarisi ve Triyastan bu yana tektonik evriminin kinematik rekonstrüksiyonu) başlıklı makale bilim çevrelerinde büyük heyecana sebep oldu. Makale konusunda uzman jeologlar   Douwe J.J .van Hinsbergen, Trond H.Torsvik, Stefan M.Schmid, Liviu C.Maţenco, MarcoMaffione, Reinoud L.M.Vissers, Derya Gürer ve Wim Spakman imzalarını taşıyor. Ekip içerisinden jeolog Douwe van Hinsbergen, bu konuya aşina olmayanların Büyük Adria’nın tarihini zorlu ve karmaşık bulabileceğini söylüyor.

Araştırmacılara göre Büyük Adria, yaklaşık 240 milyon yıl önce Süper Kıta Pangea’dan kopan Gondwana’nın (günümüzde Afrika, Güney Amerika, Avustralya, Antarktika, Hint Altkıtası ve Arap Yarımadasını kapsayan bölge) güney kısmından koparak kuzeye doğru ilerlemeye başladı. Yaklaşık 140 milyon yıl önce ise tortular birleşerek yavaş yavaş bir kayaya dönüştü ve Grönland büyüklüğünde bir kara kütlesi haline geldi. 100 milyon ila 120 milyon yıl önce ise günümüz Avrupa kıtasıyla çarpışarak parçalara ayrıldı ve Avrupa kıtasının altına gömüldü. Çarpışmadan geriye Büyük Adria’dan yalnızca ufak parçalar kaldı.

Bu parçalar İspanya’dan İran’a kadar 30’dan fazla ülkede çok geniş ve dağınık bir alana yayıldı. Bu da parçalardan elde edilebilecek verilerin dağılmasına neden oldu. Bu sebeple, Van Hinsbergen verilerin toplanmasının oldukça zor olduğunu belirtiyor. Hinsbergen ayrıca, son on yıl öncesine kadar jeologların bu kadar detaylı bir canlandırmayı yansıtabilecekleri gelişmiş bir yazılıma sahip olmadıklarını belirtiyor. “Akdeniz bölgesinde tam anlamıyla bir jeolojik karmaşa yaşanıyor. Her şey ya eğilmiş, ya kırılmış ya da bir yere yığılmış durumda.” diyor.

Van Hinsbergen ve meslektaşları bu çalışma için belirlenen bölgede 10 yıldan uzun bir süredir kaya örneklerini alıp Büyük Adria’nın yaşını hesaplamak ve kaya örneklerinin içlerindeki manyetik alanların yönü hakkında fikir edinmek için bilgi topladı. Bu çalışma araştırmacıların kayaların yalnızca ne zaman değil aynı zamanda nerede oluştuklarını da anlamalarına yardımcı oldu.

Bu çalışmalar ışığında tamamlanıp yayımlanan rapora göre, Büyük Adria yalnızca kuzeye doğru hareket etmedi, diğer tektonik levhalarla çarpıştığı için saat yönünün tersine doğru ilerledi. Van Hinsbergen, tektonik çarpışmanın yılda 3-4 santimetreden fazla hızda olmamasına rağmen, büyük çarpışmanın etkisiyle 100 km kalınlıktaki kabuğun parçalandığını ve büyük bir kısmının mantonun derinliklerine gömüldüğünü belirtti.

Kayıp Kıta “MU”Bir Efsane mi?

Bilim dünyası yeni bir kıtanın keşfini değerlendirirken akıllara başka kayıp kıtaların da olup olmayacağı sorusu geldi. Kayıp kıta dendiğinde ilk akıllara gelenlerden ve bizi doğrudan ilgilendiren efsane Kayıp Kıta Mu efsanesidir. Peki, yıllarca varlığı tartışılan, üzerine yüzlerce araştırma, çalışma yapılan Mu kıtası Büyük Adria gibi sular altında, yeraltında kalmış bir kıta olabilir mi?

Hakkında onlarca farklı rivayet olan Mu kıtası hakkında bilinen ilk araştırmalar bir İngiliz subayı ve gezgini olan James Churchward tarafından yapılmıştır. Churchward, Hindistan tapınaklarında bulduğu yazı tabletlerini oradaki rahiplerden on iki yılda öğrendiği Naga Maya dili ile tercüme ederek elde ettiğini açıkladığı efsaneye göre Büyük Okyanus’ta, Asya kıtası ve Amerika kıtası arasında ve Avustralya’dan birkaç misli büyüklükteydi. Ada, yüksek bir uygarlığa ulaştıktan sonra günümüzden yaklaşık 12.000 yıl önce bir deprem ya da tufan sonucu yok olmuştu.

James Churchward, “The Lost Continent of Mu” (Kayıp Kıta Mu ) isimli kitabında Mu kıtasının yaradılışını; “İncil’deki Yaratılış hikâyesi- yedi gün ve yedi gece efsanesi- ilk olarak Nil halklarından ya da Fırat Vadisi’nden değil, şu anda batık olan Mu kıtasından gelir.” “Mu medeniyetinin kesinlikle Yunan, Kalde, Babil, Pers, Mısır ve Hindu medeniyetlerinden önce var olduğunu buldum. Bu kayıp kıtanın Hawaii’nin kuzeyinde bir yerlerden güneye Fiji ve Paskalya adalarına kadar uzandığını ve insanlığın yaşadığı ilk yer olduğunu hiç kuşku götürmeyecek bir biçimde keşfettim. Ülkenin 12.000 yıl önce büyük depremlerle battığını ve bir ateş ve su girdabında yok olduğunu öğrendim.” şeklinde açıklamıştır.

Mu kıtasının yaradılışında olduğu gibi batışı için de efsanevi olaylar dile getirilmektedir. Kayıp kıta Mu’nun batışının tasviri Meksika’daki Theotihuacan Palenk Mabedi Piramidi’nin duvarına kazınmış bir yazıya dayandırılmaktadır. O duvar yazısında kıtanın yok oluşu; “6 Kaan yılı Zak ayı II Maluk günü başlayan korkunç yer sarsıntısı, 13 Şuen’e kadar devam etti. Mu kıtası felakete kurban gitti. Mu ülkesi iki kere kalktıktan sonra bir gece çöktü, üstünü sular kapladı. Toprak birkaç defa havaya kalktı ve oturdu. Felaket, 64 Milyon insanın ölümüne sebep oldu.” şeklinde anlatılmaktadır.

Bu efsaneyi bilimsel açıdan ele aldığımızda Mu’nun tıpkı Atlantis gibi bir efsaneden fazlası olmadığı sonucuna varırız. Jeologların yaptığı araştırmalarda, söz konusu bölgelerden alınan kaya örneklerinde Mu’nun gerçek bir kıta olduğunu kanıtlayacak silisyum-alüminyum kayaya rastlanmadı. Ancak aynı bölgede yapılan tarihsel çalışmalarda elde edilen bulgularda, kitabelerde yazan “Kıtamız battı, biz de buraya kaçtık” ibaresi Mu ya da benzeri bir kıtanın varlığı konusundaki soru işaretlerini tazeliyor.

Dil ve tarih araştırmalarına çok önem Mustafa Kemal Atatürk’ün en çok merak ettiği konu Türklerin Kökeni konusudur. Türk Tarih Kurumu kurulduktan sonra bu konuda artan çalışmalarda James Churchward Ankara’ya davet edilmişti. Churchward’ın anlattıkları ve tercüme edilen 5 cilt kitabı merakları daha da artırmıştı. Bu sebeple, araştırmaların başında bulunan Emekli General Tahsin Bey (yaptığı araştırmalar sebebiyle Mayatepek soyadını almıştır) geniş bir araştırma bütçesiyle Meksika’ya elçi olarak atanmış ve orada bazı uzmanlarla bu çalışmalara hız vermiştir. Yapılan çalışmalar neticesinde kendisine sunulan raporları değerlendiren Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk Tarih Tezi’ni sunmuştur.

Türkiye’de ve hala Dünya’nın farklı köşelerinde yapılan hala devam etmekte olan çalışmalar sayıca çok olsa da ne Atlantis için ne de Mu için tam manasıyla kıta diyebilmek mümkün görünmüyor. Ancak bir diğer yandan bulunan deliller ve tarihsel bağlamlar kayıp kıtanın varlığını kanıtlar derecede güçlü savlar oluşturuyor.

Ortaya konulan verilerle varlığı ortaya konulan Büyük Adria dahi tam manasıyla bir keşif sayılamazken kayıp kıta söylemleri efsane olma özelliğini devam ettireceğe benziyor. Her geçen gün gelişen ve değişen teknoloji ile bilim dünyası yeni pencereler açıyor kendine. Açılan her pencere farklı alanları aydınlatırken yenileri için kaynak oluşturuyor. Bu gelişmeler her birimizi heyecanlandırıyor ve gelecek için umutlandırıyor. Ancak değer verilmesi gereken sadece bilimsel gerçekler değildir. Bilime temel olan her efsane, rivayet ve varsayım en az bilimsel gerçekler kadar önemli, değerlidir.

Unutmamalı ki her keşif, her buluş önce hayal ile başlar.   

KAYNAKÇA:

livescience.com

sciencemag.org    

historicmysteries.com

Ne düşünüyorsun?

Yazar

Allianoi, Romalı Doktorların Beraber Çalıştıkları Bir Yerdi

Aşı Kayıtları Cildimizin Altında Saklanıyor